29 Temmuz 2014 Salı

Starsailor'dan Sevgilerle

Starsailor

"Tüyleri diken diken eden bir grup düşünün,
Her albümde daha da olgunlaştıklarını."


   Bu sefer ingiliz bir Post-Britpop grubu, 2000 yılında Lancashire'ın St. Michael's lisesinde ilk tohumunu atmıştı. Grubun bass gitaristi James Stelfox ve davulcu Ben Byrne bir kaç yıllık çalışmalarından sonra hastalanan vokalistlerinden dolayı okul korosundaki James Walsh'ı aralarına aldılar. İlk zamanlarında kendilerine "Waterface" ismini veren grup, eski arkadaşları Barry Westhead'den klavye çalması için rica da bulunmuşlardı.Bir çok gitarist denedikten sonra umduklarını bulamayan grubun gitaristliğini James üstlenmişti. James tam bir Jeff Buckley hayranıydı ilk albümü olan "Grace" ten çok etkilenmiş ve vokal tarzına bayılmıştı.

Bu etkilenme grubun yeni adının Tim Buckley'in Starsailor'ının adını almalarına kadar gitmiştir. Her zaman muhteşem olan Glastunbury Festivallerinde boy gösteren "Starsailor" izleyicilerden tam not alarak şöhretlerine şöhret kattılar. Ardından beklenen oldu ve kayıt şirketleri kapılarında sıra olmaya başladılar. EMI grubuyla anlaşmaları onları farklı bir seviyeye ulaşmaları için bir kapı açmış oldu.

   Grubun evreleri tamamen çıkardıkları albümlerden takip edilebilir. 4 albüm ve yerine göre sizi şekilden şekile sokan şarkılar.


   2001 yılında grubun ilk single'ı "Fever" çıkartıldı. Ama grubun elinde hali hazırda "Love Is Here" ve "Coming Down"da vardı. 2001 martında çıktıkları ve onlara asıl şöhreti kazandıran 11 ayrı ingiltere turnesinde kapalı gişe çalmışlardı. Şarkılar teker teker oluşmaya başlarken ikinci single'ları "Good Souls" u da piyasaya çıkardılar. Her grup gibi onlarda cover işine el atıp "Van the Man" olarak da tanınan Van Morrison'ın "The Way Young Lovers Do" şarkısını coverladılar. Üretkenlik açısından sorun çekmeyen grup "Alcoholic" şarkısının akustik versiyonunu ile NME Dergisinin Promosyon CD'sinde yer almıştı. Artık hazırdılar 8 Ekim 2001'de çıkan "Love is Here" albümü 2001'in en iyi 50 albümünden ve NME için yılın en iyi 5. albümü seçilmişti. Aldığı olumlu eleştirilerle İngiltere albümler listesinde 2. sıraya kadar yükselmişti. NME ile içli dışlı olan grup birde "En Parlak Yeni Umut" ödülüne de layık görülmüşlerdir. Neresinden bakarsan bak sakinlikten kırılan James'in sözleri ve vokaliyle tüylerinizi diken diken eden bir albüm. Ayrıca grubun "The Way Fall" şarkısı "Metal Gear Solid 3: Snake Eater"da kullanılmıştır.


   Grupların unutulmaz canlı performansları olur mesela benim için Oasis'in Glastunbury performansları hep ayrıdır. Starsailor'ın da Londra Astoria'daki konseri böyledir. Savaş çocuklarına yardım için düzenlenen gece de Travis ve Ryan Adams gibi isimlerde sahne aldı. Grubun dışında iki back vocal ve bir viyolenselin de eşlik ettiği konser kendileri tarafından " şimdiye kadar ki en iyilerden biri" olarak yorumlandı.


   Oasis demişken 2002 yazın da James ve Noel arasındaki düşmanlık belirtileri sert bir şekilde ortaya çıkmaya başladı. Noel'in çok sevgili NME dergisine verdiği röportajda James'e "Ahmak" demesi ve suçlamaları olay yarattı. Bir süre sonra olaya Liam' ın da dahil olmasıyla işler iyice karıştı. Neyseki olaylar 2004 Glastunbury'sinde çözüldü.


 


   Grup ikinci albümleri "Silence Is Easy" için Los Angeles'ta Tina Turner'ın albümünü yapan hatta Beatles'ın "Let it be" sini yapan, "Sound wall" adında kayıt tekniğini geliştiren kırık abimiz Phil Spector ile çalışırlar. Bir uğursuzluktur alır gider, Ben Byrne'ın ve James Stelfox'ın performans düşüklüğüyle grup ancak 2 şarkı hazırlayabilmişti "Silence Is Easy" ve "White Dove".


Bu dönemden sonra grup geri kalan şarkılar için daha sonra "Cold Play" in "X&Y" sini ayrıca Kylie Minogue, U2, Morrisey, Patti Smith, Pet Shop Boys, The Cure ile çalışan Danton Supple'la yola devam ettiler. Bu albüm ilk albüme göre müzik ve doygunluk açısından bir üst seviyedeydi, yerinde saymadıklarını göstermiş oldular.



Bir de şanssızlığın kaynağının Spector olmasının keşfi, cinayetten suçlanmasıyla taçlandırılmış olup artık önlerine rahat bakmalarına sebep olmuştur.




   Grup 3. albümleri "On The Outside" için Rob Schnapf ile çalıştılar. Grup albüm ismi için 5 değişik isim belirlese de müzik piyasasındaki konumları açısından en iyi ismin bu olacağına ortak karar verirler. 3. albüm daha farklı ve daha ağırdı, power akorlar ve sert sözlerle onları bir şeylerin kızdırmış olacağını düşünmüşken karşımıza "In The Crossfire" ile Irak savaşından bahsederken bulduk. "Jeremiah" ile olaylarda hayatını kaybeden Jeremiah Duggan'ı gördük. Albümün bir başka özelliğiyse doğrudan bant kaydı olmasıydı, mükemmel bir kayıt elde etmek adına hiç bir yazılım kullanılmadan kaydedilmişti. Hatta "White Light" parçasında Byrne'ın davulun temposunu biraz abarttığını ama bunun grubun gerçekten bu işi sevdiğini ve ne kadar istekli olduklarına yorduk. Çıkış parçası olarak "In The Crossfire" seçilmiş ve oklar üstlerine çevrilmişti. Albümün ruhunun tek bir olaya bağlanmasını yanlış bulan bir kesim vardı, olsun biz sevdik.


   EMI bünyesinde çok fazla grup ve sanatçı barındırdığından bunları bir güzel istiflemek için kendi alt plak şirketlerini kurdu. Bunlardan biri de Virgin Records idi. Grubun son albümü "All The Plans" da tam bu sebeple gecikmeli olarak piyasaya çıkmıştı. "Tell Me It's Not Over" ile çıkış yapan grup 1 hafta sonra 9 Mart 2009'da albümü piyasaya sürdü. Süpriz olarak birde Deluxe Edition adı altında "Boy In Waiting EP" yi hazırlamışlardı. 4 şarkılık EP'nin "Black Limousine"i tam not almıştır bizden de. Albüm bize "Love Is Here"a bir dönüş yaşatmıştır. Sound olarak oturaklı ve başarılı bir albüm hazırlamışlardı. E tabiki bir önceki albüme göre de çok sevilmişti haliyle. O ruhu tekrar kazanmışlardı.


   Grup Türkiye'de 4 konser verdi. Hiç birine gidemedim.. Büyük ihtimalle muhteşemdir. Neyse..


Grubun şimdilerde geri dönüşü söz konusu, bakalım, bekleyişteyiz. James'in sesine hasret kaldık kim bilir neler yaşamışlardır, şu dönemde yine bir şeylere takılıp da onu albüm yapmamaları dileğiyle.


Hallelujah

27 Temmuz 2014 Pazar

Brighton'ın Şanssız Veletleri

The Kooks


   2002 yılında İngilterenin Brigthton şehrinde kurulan "The Kooks" kendileri için yola çıkarken her ne kadar indie veya alternative yakıştırmaları yapılsada bunu benimsemediklerini ve bu sevimli çocukların tarzlarını brit pop olarak açıklamalarıyla tartışmaları durdurmuştur. Etkilendikleri türler arasında Reggae, soul, britpop, blues ve funk olduklarını bilmekteyiz. Biraz da şanssız olduklarını biliyoruz.


   Grup üyeleri Luke Pritchard(Vokal/Ritm Gitar), Hugh Harris(Lead Gitar), Max Rafferty(Bas Gitar) ve Paul Garred(Davul)'dan oluşmaktaydı. Çoğu grup gibi kadro deişikliklerine uğrayan grup 2008 yılında Max ile yollarını uyuşturucu alışkanlığı ve müzik konusundaki anlaşmazlıkları yüzünden ayırdığını açıkladı. Yerini bir süreliğine dolduran Cat the Dog un şirin çocuğu Dan Logan 2008'in sonlarına doğru ayrıldı.Eksilen gruba bir darbe de 2010 yılında Poul Garred'den geldi o da sebep belirtme zorunluluğunu yerine getirip kolundaki nerf probleminden yakındı.


"Bize indie grubu demeyin. Bundan nefret ediyorum. Hiçbir zaman indie grubu olmak istememiştim."
-Luke Pritchard, The Kooks.

   Grup Brighton Institute of Modern Music okulunda okuyan 4 öğrenci tarafından kuruldu. Başlarda takılmalık müzik yapan grup okul yarışması için Strokes'un Repitilia'sını coverlamışlardır. Adını bir David Bowie şarkısı olan "Kooks" dan alır. Ufak demo kayıtlarıyla kendilerini ödüllendirdiklerinde Virgin Records tarafından keşfedildiler. Teklife sıcak bakmadıkları için sonradan "yuh" diye tepkilemelere maruz kalsalar da haklı oldukları bir yer vardı ki o da toylukları yüzünden kendilerini hazır hissetmemeleridir. 2-3 aylık grup olmaları da bunu destekler. Ama kim hayır diyebilir ki.


   Inside In/Inside Out'un hazırlıklarına anlaşmadan hemen sonra başladılar. Albüm 2. albümlerine adını vericek olan "Konk Stüdyoları"nda kaydedildi ve 23 Ocak 2006'da piyasaya çıktı. İlk hafta 19.098 kopya sattı. Şanssızdılar ya biraz Arctic Monkeys'in "Whatever People Say I Am, That's What I'm Not" çıkış albümünün gölgesinde kalsalar da bir süre sonra "Sofa Song", "You Don't Love Me", "Naive", "Ooh La" gibi şarkılar müzik listelerinde üst sıralardaydı hatta "Naive" birinci sıraya yerleşti. İlk albümleri platin plak aldı 2006 yılında da en iyi Büyük Britanyalı grup ödülü aldılar. Bu güne kadar da 2 milyon kopya satmıştır. Ayrıca Gnarls Barkley'in "Crazy" parçasını paris sokaklarında dolana dolana coverlamışlardır çok tatlıdır.



   Şanssızlıkları bazı gruplarla yaşadıkları sorunlarla devam ediyordu. Razorlight'ın solisti Johnny Borrell, NME'ye verdiği bir röpörtaj sırasında Kooks'un kendi müzik tarzlarını kopyaladığını iddia eder. Luke Pritchard da Q Awards'ta Johnny Borrell'la aralarındaki problemi halletmeye kalksada Johnny Borrell ona "Who are you again?" der.


   İlk albümün şarkıları hala dinlenmeye devam edip tazeliğini korurken. 2008'de "Konk" albümünü çıkardılar. Bu albümün ilginç yanı sırf bu albüm için 80-90 şarkı yazılmış olmasıdır. Albümdeki 5 şarkı Waterloo Road dizisinde kullanılmış. Ayrıca "Do You Wanna" şarkısı Gossip Girl'de ve "Love It All" şarkısı Chuck dizisinde kullanılmıştır. Açıkçası baştan sona sizi saran bir albüm. İlk albümün hatırına alınmadığınıda ilk haftada 65.901 satarak Birleşik Krallıkta Altın Plak alarak göstermiştir. 2 CD halinde çıkartılmış ilk CD'nin adı "Konk" diğerinin adı "Rak"tır. Coverladıkları şarkılar arasına "Young Folks"u ekleyerek bizi mutlu etmişlerdir.


   Dedik ya şanssızlar diye bu seferde bir kez gölgelerinde kaldıkları "Arctic Monkeys" ile bir kez daha karşı karşıya gelirler. Festivalde sahnede çalan Kooks'a artık muzip bir şaka mı yoksa kasıtlı mı olduğunu daha sonra izlediğimiz röportajlarından anladığımız Alex Turner'ın, bi anda Luke'un pedal kablolarını çekmeye başlamasıyla suratına tekme yemesi bir olmuş. Alex röportajda bunları yalanlasa ve Matt Helders da doğrulasada her şey anlaşılır düzeyde. Luke verdiği bir röprötaj sırasında "Onları stüdyoda çalarken gördüm. Alex'in yanına gittim konuşmaya çalıştım ama o arkasını dönüp gitti" der. Pritchard, Arctic Monkeys'i küstah olarak tanımlar. "Alex Turner dahi bir müzisyen ve yetenekli bir söz yazarı ama gitarıma dokunmyacaktı" diyerek kötü şansa bir tekme daha atar.



   3. albümleri bizi biraz alt üst etmiştir. Bunu albüme adını veren "Junk Of Heart" şarkısından direk hissedebilirsiniz. Arsızlıklarından çok samimiyetleriyle tanınan grup Luke Pritchard'ın kendini ve grubu 3 senelik bir nadasa bırakmasından sonra tarzlarının içine birazda dolu dolu duyguyu katmalarıyla sanki bir üst seviyeye çıkmıştır. Luke'un albümle ilgili açıklamaları biraz hüzünlüdür. Mesela "See Me Now" şarkısını 3 yaşında kaybettiği babasına yazmıştır. Şarkıyla ilgili "Babamla sohbet etme şansım olmadı. Bu yıllardır içimde kalan bir şey" demiş. Yaklaşık 30 yıl önce babasını kalp krizinden kaybettiğinde babası sadece 48 yaşındaymış ve bu şarkı  için son darbeyi de dedesinin ölümüyle yaşamıştır.



   "Bu yeni albüm öncesi 3 yıllık uçurumu açıklamaya yardımcı olabilir. Bekledik, yurt dışındaki insanları dinledik ve kendimizi revize ettik. Biz hala bir İngiliz grubuyuz ve olmaktan gurur duyuyoruz. Ama eski alışkanlıkları kırmak ve yeni bir şeyler bulmak harika bir şey." bile dediler.

   4. albümleri "Listen" ile olgunluk çağlarını yaşıyorlar, sanki okuldan kaptıkları herşeyi uygulamak için boş bir saniye arıyorlar gibi. Ritimsel yetenekleri daha ön planda biraz daha öndeler sanki kendilerinden. Tam anlamıyla dinleyememekle birlikte ilk izlenimlerim büyüdükleriydi ve Luke sesinden bir şey kaybetmemiş. "Around Town" ve "Down" abi.. Mutlaka tadın. Şanssızlıklarını kırmışlar.




Hallelujah.











26 Temmuz 2014 Cumartesi

Sadece Devics

Devics 

"Zor hayatların nisan yağmuru"

"Sara Lov' un büyülü sesi, Dustin O'Halloran' ın tuşlara naif ve melankolik dokunuşları."

Grup vokalde Sara Lov, gitar ve klavyede Dustin O'Halloran, konturbasta Edward Maxwell, basta Theodore Liscinski ve davulda Evan Schnabel dan ibarettir.

Devics kısaca, Los Angeles California'da kurulmuş tipik bir indie grubu değildir. Yükte ağır pahada hafif, müzikal doyumu yüksek bir gruptur. Perdeyi çeker ve ışıkları kapatırsanız şarabınızdan yudumlamanıza gerek kalmaz, çünkü artık farklı bir yerdesinizdir. Sara'nın tarifsiz sesi sizi yükseltirken, Dustin'in melodileri altınıza basamak olur. Renkleri size daha canlı göstermez ama sizi renklerin büyüsünde uçurabilir özellikle "Come Up".

Aslında çok şey yoktur Devics için söylenecek, hele ki Sara "when love starts up, you can't escape" dediğinde ya da Dustin' in sesinden şu cümleleri duyduğunuzda:


"if we can’t see now we might never see
we only kill ourselves more slowly
if you can’t find love than you will finally see 
how we kill ourselves slowly"

Kolay kolay hiç bir şarkısını atlamaya gitmez eliniz. Elinizi tutan şey Sara'nın sesine yansıyan ve "Connected By A String" in de sözlerine konu olan geçmişidir. Sara o yıllarla ilgili olarak “Everywhere (her father) went, he’d leave a path of destruction, but music was my sanity. It was the thing I could turn to to escape.” demiştir.


Sara lov 1970 yılında Havaii de doğdu. Anne ve babasının ayrılmasının ardından 4 yaşına kadar annesinin yanında Los Angeles'ta büyüdü. Bi anda patlak veren velayet kargaşasında babası tarafından İsrail'e kaçırıldı. 10 yıl boyunca bir nevi kanun kaçağıyla yaşayan Sara, amcası tarafından tekrar Amerika'ya gönderildi.



Uzunca bir durulma evresinden sonra 1996 yılında Dustin ile Dream Pop yolunda Devics'i kurdular. 1996 yılında çıkardıkları Buxom grubun gelecek albümleri hakkında yeterli yoruma sahip olmamızı sağlıyordu. 1998'de tam kadroyu oluşturmuşlardı. Artık devics hazırdı ve içerisinde "Buffy The Vampire Slayer"ın 5. sezon finalinde yer alan "Key"i de barındıran "If You Forget Me" albümünü piyasaya çıkardı. Bundan sonra çıkıcak albümlerinde hiç değiştirmedikleri duruşlarıyla ve bozulmayan melankolik havalarıyla gönüllerdeki yerlerini sürekli pekiştirmiştir. Ayrıca "Just Like Heaven - a tribute to The Cure" kapsamında "Catch" parçasını coverlamışlardır. Albümlerin ortak yanı sırf bunlar değil tabiki, albüm kapakları "Francesca Montanari" imzalı ve hepsi posterliktir.



Devics uzun bir dönem Beach House, The Czars, John Grant, Lone Wolf gibi grupları barındıran "Bella Union" bünyesinde bulunmuştur. 2006'da çıkardıkları mükemmel "Push the Heart" albümünden sonra grup daha çok solo kariyerlerine yönelmiş ve yollarına devam etmiştir. Bu albümde "Just One Breath" şarkısı "Grey's Anatomy"nin soundtrack'leri içerisinde yerini almıştır.

Sara Lov, yoluna Zac Rae gibi müthiş bir müzisyenle devam etti ve 2008 de "Three Songs" adlı albümünü çıkarttı. Daha sonra 2009'da "Nettwerk" bünyesinde ilk albümü olan "The Young Eyes" Ep'sini çıkarttı. "Arcade Fire"ın My body is a cage'ini ve Beck'in "Timebomb"unu yorumlamış, tadından kaybetmediğini göstermiştir. 3 Albüm daha çıkartarak bizleri üzmemiştir.


Dustin O'Halloran solo kariyerine sayısız konserle devam etti. Almanya'da yapılan Modern piyanistler buluşmasında solo performansı ile gururlandırmıştır. Bunun yanında 13 film soundtrack'i ve 4 solo albümü de sıkıştırmıştır. 20 Kasım 2012'de Türkiye'ye gelen ilk Devics üyesi olan Dustin de bizleri üzmemiştir.


Theodore Liscinski, uzun bir süre "Sea Wolf" un üyesi olarak devam etmiş daha sonra ayrılmıştır.


Edward Maxwell, 2013 yılına kadar içerisinde Devics ve Sara Lov' unda bulunduğu 27 albümde yer almıştır. Kah konturbasta kah composer olarak karşımıza çıkmıştır.

Evan Schnabel ise Devics'den sonra "Black Rebel Motorcycle" ve "Silversun Picups" gibi grupların yer aldığı "The Fold Compilation" albümünde composer olarak görev almıştır.

 
Devics her şarkısı tadından yenmeyecek ender gruplardandır. Siz Powerless dinlersiniz karşınıza Just One Breath çıkar, In Your Room dinlersiniz If We Can't See çıkar ya da ne biliyim Siren Song çıkar. Bütün diskografisi dinlenesidir.

Hallelujah.




23 Temmuz 2014 Çarşamba

Mystery White Boy Jeff Buckley


Jeff Buckley


 Mystery White boy

   "Şaraplar onunla tatlı, kelimeler onunla anlamlı, aşklar onunla derin ve notalar onunla bir nehir." 

   "Jeff insanın hayatına bir kez girdimi her duygunuza bulaşır."

   Gerçek bir melek olup missisipi nehirden yükselmeden önce Jeff 17 Kasım 1966 yılında Kaliforniya'nın Anaheim şehrinde doğdu. Müziğe karşı doğuştan yetenekliydi daha 5 yaşındayken büyükannesinin dolabında bulduğu gitarı çalmaya çalışmıştı.Bu yeteneğini pek sevmediği babası 60'ların güzide  sanatçısı Timothy Charles "Tim" Buckley 'den almıştı. Zamansız ölen sevdiklerimiz gibi Tim'i de  erken yaşta kaybettik.Tim, karısı ve o sıralarda doğan Jeff'i terketmişti. Çevresinden sürekli babasına benzetilen Jeff ise bu durum karşısında babasına karşı iyice dolmuştu.


   Herşeye rağmen Jeff müziğe olan ilgisine odaklanmış ve o yolda devam etmişti. Klasik Led Zeppelin, Jimi Hendrix, Pink Floyd üçlüsünü dinleyerek büyüdü, hatta ilk aldığı albüm Led Zeppelin'in "Physical Graffiti"si olmuştu. 


   Jeff liseyi bitirdikten sonra New York'tan Los Angeles'a müzik okumak için taşınmıştı. İlk zamanlarında otelde çalışan jeff burada jazz, funk ve hatta heavy metal gruplarla birlikte çalıştı. Önceleri sadece back vocal olarak boy gösteren Jeff "Shinhead" in bir dönem gitaristliğini ve yine back vocal'liğini de üstlenmiştir.

   1990 yılının şubatında Jeff New York'a taşındı. Jeff için yükseliş aslında bu dönemde başladı. Harlem'de Sufi müziğin en çok tanınan ismi Nusret Fateh Ali Khan'la tanıştı ve kısa bir sürede onu idolü olarak belirledi. Sin-é'deki konserinde onun için "He's my Elvis" diyerek onu her gün dinlediğini ve ona olan hayranlığını anlatmıştır. Ardından da bir seyircinin bir şarkısını cover layabilir misin? sözü üzerine "Yeh jo Halka Halka Suroor Hai"şarkısını cover lamıştır. 


   Jeff artık belirli bir doygunluğa ulaşmış ve bunu taçlandırmak istiyordu. Tekrar Los Angeles'a döndüğünde kendisine Herb Cohen'den gelen teklif ile "Babylon Dungeon Sessions" adını verdiği ve içerisinde ilerde efsane olacak Eternel Life ve Last Goodbye parçalarının bulunduğu demo kasetini çıkardı.

   26 Nisan 1991'de "Tim Buckley'e Sevgilerle" adı altında verilen konserde ilk kez sahne aldı bu onun en kalabalık sahne performansıydı. Jeff babasının onun ve annesi için yazdığı "I Never Asked To Be Your Mountain" parçasını ünlü baba gitarist Gary Lucas ile birlikte çaldı. Konserde çaldığı son parçanın ardından doğaçlama bi acapella ekledi ve bununla ilgili olarak :“Benim işim değildi,benim hayatım değildi. Ama cenazesinde olamamak beni üzdü. Ona hiçbir şey söylememiş olmak.Bu konseri ona olan saygımı sunabilmek için yaptım.” demiştir.


   1991 yazı boyunca New York'da Gary Lucas ile çalıştı. Bu sırada Grace, Mojo pin gibi efsanevi şarkıları ortaya çıkardı.23 Kasım 1993'te Colombia plak şirketiyle anlaşma imzalayarak ilk EP’si olan “Live at Sin-e” yi piyasaya çıkardı. Ardından 23 Ağustos 1994'te "Grace" i piyasaya çıkardı. Takiben 2 yıl sürecek olan bir dünya turnesine çıktı. Bunların hepsini Mystery White boy ve Live al'olympia adıyla yayınlamıştır.

   Yeni albüm çalışmalarına girişmek için Memphis Tenessee'ye giden Jeff, 29 Mayıs 1997'de grubun ona katılmak için geldikleri gün arkadaşı Keith Foti ile Missisippi Nehri kıyısına giderler(gitme..). Bundan sonrası, anlatılanlara göre "Led Zeppelin' in Whole Lotta Love şarkısını söyleyerek, kıyafetleri ile nehre girdi. Arkadaşı, kıyıda bulunan gitar ve radyoyu o sırada nehirden geçen bir botun oluşturduğu dalgalardan kurtarmaya çalışırken nehre baktığında Jeff Buckley'i göremediğini fark etti. Arama çalışmaları başladı ve 4 Haziran günü bir turist tarafından görülen vücudu karaya çıkarıldı."dır

   Buckley'nin polis raporlarında olaydan önce hiçbir alkol veya uyuşturucu almadığı ortaya çıkmış.


   Jeff bize meleksi sesiyle anlatacağı bir çok hikaye, notalarıyla bizi ordan oraya sürükleyeceği bir çok kayığı varken tek başına o ruh nehrinde kayboldu. Ardında bıraktığı birbirinden efsane şarkılarıyla hislerini devam ettiriyor. Vokal tarzı ve müziği onu hep farklı bi seviyede tutucak.. En güzel şarkısı şudur demek diğer şarkılara hakaret olacağından Jeff Buckley'in bütün şarkılarını dinleyin sizi farklı bir dünyanın içine çekecektir. 

  Hazır olun ve dinleyin.

Hallelujah.